Kāmusü’l-a‘lâm’da Kırcaova’da beş cami, beş tekke, bir medrese, bir rüşdiye, bir mektep, bir saat kulesi, bir kilise ve dört Bulgar / Makedon okulu, 170 dükkân, yedi han, bir hamam ve 18 fırın bulunduğu yazar.
İRFAN ÖZFATURA
Makedonya’yı görenler bilir. Üsküp’te dolananlara “Ohri ve Sturga’yı görmeden olmaz” derler, mutlaka gidin oraya.
Binersiniz bir otobüse, ya da katılırsınız bir tura. Arabalar Kalkandelen’in (Tetova) içinden geçer, gönülleri olursa kısa bir mola verirler. Şöyle hızlı tarafından Alaca Cami ile Tekke’ye girip çıkarsınız. Yine de hiç yoktan iyidir, artık ne kadar olursa.
Türklerin kesif yaşadığı Gostivar’a nadiren uğranır, zira otobandan ayrılmak gerekir. Girenler de oyalanmaz, Saat Camii ve kule civarında bir iki resim çektirir, çarşıya pazara takılmadan devam ederler yola.
Hâlbuki tam bir Balkan şehridir görülecek ne çok şey vardır orada. İki dakika gecikseniz, dat dat dat korna. Halbuki yanı başındaki Rapsitçe köyü silme Türk’tür, gidip bir acı kahvelerini içseniz, di’ mi ama?
Hedef Ohri ya da Sturga olunca oyalanmak istemezler. Çevir girelim diyemezsiniz, her tipten kırk ayrı insan… Ha içinizde kalır o başka.
Derken efendim, hızla aktığınız otoban biter, virajlı bir yoldan döne döne inmeye başlarsınız aşağıya. Ohri’ye 60 km filan kalmıştır. Çatalın birinde Kırçova tabelası görürsünüz hayal meyal. Evler, kiremitler silüet gibi geçer, camın buğusunu silinceye kadar kaybolurlar. Orada bir minare mi vardır yoksa?
Yolculardan biri, “Ah ne camiler, ne tekkeler” der, “görmenizi isterdim aslında!”
Tüh dersiniz, neyse artık bir başka bahara.
GEZİLESİ GÖRÜLESİ
Kırçova eski bir şehirdir, kalesi taaa Romalılardan kalma. Sarp bir tepe üzerindedir şehir ayaklarınızın altında. Halk buraya Kitino Kale der. Anlatılanlara göre bir zamanlar saray varmış ve orada Prenses Kita yaşarmış. Kita’nın kalesi Kitino Kale olmuş yuvarlana yuvarlana.
14. YY… Kırçova Sırplarla Bizans arasında el değiştirirken Osmanlı görünür ufukta. Lala Şahin Paşa beldeyi ele geçiriverir bir anda.
Osmanlı, halka müşfik davranır, kimseyi ezmez, üzmez yerinden etmez, yurdundan sürmez. Hatta vasal olarak yine kendilerinden birini (Prens Marko) bırakır başlarında.
Sadece kalede bir garnizon kurar ve bir grup Müslüman’ı kasabaya yerleştirirler o kadar. Bunlar derviş gönüllü insanlardır, sanatlarına, ticaretlerine bakar, hem para hem de insan kazanırlar.
Tahrir defterlerine bakarsanız Müslüman hane sayısı günbegün artar. Demek yerli halk peyderpey katılır aramıza.
Şöyle ki, 1455’te 30 Müslüman, 145 Hristiyan hanenin bulunduğu kayıtlıdır; 1521’de ise 178 hanenin 95’i Müslüman.
Osmanlı, Hristiyanları asla sıkıştırmaz, baskı altına almaz. Zaten öyle olmasa Oraovec Manastırı kitabesine Sultan Mehmed’in adı yazılmaz.
SANIRSIN BURSA
Bilahare Halveti şeyhleri havalide tekkeler açar. Bunlar dünyalığa tamah etmeyen insanlardır. İlim ve edep sahibidirler, merhametlidirler. Yürürken karınca ezmemek için ayaklarına bakarlar.
Vasil Kančov’a göre 1900 yılında 675 Müslüman, 200 Hristiyan hane vardır ve alayı Türkçe konuşurlar.
Bölge 1912’de elimizden çıkar ama sayılarda pek oynama olmaz.
Kırçova birçok tatsız hadiseden badireden sonra Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı’na bağlanır.
Kralın ilk icraatı Osmanlının 1741’de inşa ettiği o çok sanatlı saat kulesini yıkmak olur (1938).
Saat yaa, kime ne zararı var?
Krallık da yıkılır (1943), yerini Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti alır.
II. Cihan Harbi’ni takiben Kırcova’ya demir yolu yapılır, hem rayla hem yolla Üsküp ve Manastır’a bağlanır.
Havali, orman ve madenden yana zengindir. Devlet; metalürji, ahşap ürünler ve tekstil alanında tesisler kurar.
Yıl: 1991… Makedonya, sosyalist Yugoslavya’dan ayrılır. Hâliyle Sırp, Hırvat baskısı azalır.
2002 sayımına göre Kırcova nüfusu 30 bin. Hristiyan Müslüman yarı yarıya.
Ah o 1930- 1950 ve 1970 göçleri olmasa…
HİLALİ DERVİŞLER OMUZLAR
Serez’de medfun bulunan Pir Hüseyin Serezi Efendi çok talebe yetiştirir ancak içlerinden sadece üçüne icazet verir. Bunlardan Pir Osman Efendi Prizren’e, Pir Ali Efendi Tiran’a, Pir Muhammed Hayati Hazretleri ise Kırcova’ya gelir.
Mübarek burada üç tekke kurar, biri bizzat ilgilendiği Hayati Baba Tekkesi, ikincisi; Şeyh Selim Tekkesi, Üçüncüsü de Çullu Baba Tekkesidir. Zayas köyündeki zaviye de hizmet verir ayrıca.
Bilahare Ohri’ye gidecek, Zeynel Abidin Paşa Külliyesinde misafir edilecektir.
Zeynel Abidin Paşa, Muhammed Hayati Hazretlerine hayran kalır.
Pir Yahya Şirvani’den, Ramazanuddin Mahfi Efendi’den feyz alan bu Buhara Seyyidi şüphesiz velidir.
Mübareğin tekke açma niyetinde olduğunu öğrenince cami ve medreseyi hiç düşünmeden ona devreder (Bu külliyeyi zamanında babası İslam Bey inşa ettirmiştir) ayrıca malıyla mülküyle destek verir. Hizmetler büyüyecek, eş-Şeyh Mehmed Hayati’ye nispet edilen “Hayatiye” kolu; Ohri, Kırcova, İştip ve Struga’da nice talibe hikmet öğretecektir. Manastır, Ergiri, Elbasan, Tirana, Bilişte gibi şehirlerde çok sevilir, hürmet edilir.
Çullu Baba Pir Muhammed Hayati Hazretlerinin halifelerinden biridir. Evet mal mülk (çul) sahibidir, dünyalığı hayra harcamayı bilir. Kimseden yardım almadan Kırçova’daki tekkenin inşasına başlar ve bitirir. Gelenler, gidenler, iftarlar, ikramlar, mübarek geceler, dullar, yetimler, harçlıksız talebeler… Bütün bunlara kesesinden harcar.
Şeyh Selim Tekkesi ise Pir Mehmet Hayati Hazretlerinin Halifesi ve damadı
Şeyh Osman Efendi tarafından kurulur, Kur’an ile nurlanır, zikr ile şenlenir.
Tekkeye gelen kahveyi içer
Malum “halvet”; uzlet, inziva, tenhaya çekilmek demek. Bu yolun müntesipleri çilehanelere kapanırlar, ekseriya kırk gün sürdüğü için, buna “erba’in çıkarma” denir.
Tarikatın kurucusu, Şeyh Ebû Abdi’llâh Sirâcuddîn Ömer, Lâhîcân’da doğar, Harezm’de bulunan amcası Şeyh Ahî Muhammed bin Nûri’l-Halvetî’nin yanında yetişir.
Tebriz yakınlarındaki Hoy şehrinde tedrisini tamamlar, Mısır ve Hicaz’da bulunmaz sohbetlerde diz kırar. Daha sonra, Sultan Üveys’in daveti üzerine Herat’a gelir ve orada (800/1397) vefat eder.
Halvet kolay değildir, lakin o kuytu köşede Rabb’ine sığınan dervişe çok şey öğretir. Aç kalan yemeğin, yalnız kalan dostların, karanlıkta duran güneşin kıymetini bilir.
Mal makam hırsı gözünden silinir. Şu üç günlük dünya gönül yıkmaya değer mi?
Şeyh Ebû Abdi’llâh Sirâcuddîn Ömer Hazretleri de amcası ve şeyhi gibi halvette zikri çok sever. Hatta kırk defa peş peşe halvet çıkardığı (1.600 gün) rivayet edilir.
Makedonya’daki Halveti kardeşlerimiz sabah namazından sonra halkaya oturuyor. Önce tevbe ediyor, hatalarına nadim oluyorlar. Kur’ân-ı kerim tilaveti, salavatlar ve tesbihattan sonra birer kahve içip dağılıyorlar.
Düşünüyorum da güne Cenabıhakk’ı zikrederek başlayan birinin kime ne zararı dokunabilir? Her an Rabbi’l-âlemin tarafından görüldüğünü bilen derviş yalan söyleyebilir mi, eksik tartabilir mi, çürük satabilir mi?
Bu yüzden gayrimüslimler de güvenir.