Mezalimin elebaşları hakkında açılan davalar zaman aşımına uğradı. Yaptıkları yanlarına kaldı. Zalimler toprağa karıştı. Zulme maruz kalanların acıları ise taptaze…
MAHMUT ÖZAY
Bulgaristan’da komünist rejimin Türk ve diğer Müslümanlara uyguladığı asimilasyon politikasının yol açtığı zorunlu göçün üzerinden 30 yıl geçti. O kara günler dünya halter şampiyonumuz Naim Süleymanoğlu’nun hayatını konu alan filmle tekrar hatırlandı. Tek milletli bir devlet oluşturma çabasındaki komünistler, Müslümanlara ibadet ve dil yasağı getirdi. “Bulgarlaştırma” girişimleri sonucu 1986’ya kadar 310 bin kişinin ismi değiştirildi. 1989’da zulüm soydaşların canına ‘tak’ etti. Ülke genelinde protestolar başladı. Devrin başbakanı Todor Jivkov, amacına ulaşamayınca sınırı açtı. Katliam korkusu yaşayan 360 bin Türk, ana vatana can attı. Mezalimin elebaşları hakkında açılan davalar zaman aşımına uğradı. Yaptıkları yanlarında kaldı. Zalimler toprağa karıştı. Zulme maruz kalanların acıları ise taptaze…
SÜREKLİ BİR BASKI VARDI
Yıldız Teknik Üniversitesi, Bulgar zulmüne ışık tutan iki günlük panel düzenledi. Etkinlikte uzman isimler bir araya geldi. Şahitlerin dilinden yaşananlar anlatıldı. Mecburi göçle birlikte bütün anılarını kara bir bavula sığdırıp ardına bakmadan gidenlerden biri de tarih profösürü Ayşe Kayapınar idi. Hikâyesini anlatırken gözleri dolan Prof. Dr. Kayapınar “Bir türlü aklımdan çıkmıyor” dediği o günleri şöyle anlattı: Bulgaristan’da eğitim gördüğüm okullarda 1974 sonrasında çok erken sayılabilecek yaşta ‘Türk-Osmanlı’ kavramı ile tanıştım. Bulunduğum ortamda iki farklı dil konuşuluyordu. Farkları kavramaya az çok başlamıştım. Ama bu ‘Osmanlı ya da Türk nedir?’ o dönem için anlaşılması zor sorulardı. Çocuk dünyam ile anladığım kötü ve olumsuz bir Türk-Osmanlı imajı ile karşı karşıyaydım. Sonra ilkokul birinci sınıfta “Az sam Balgartche (Ben bir Bulgar çocuğuyum)” şiirini ezberledik. Adınız Ayşe, babanızın adı Ahmet annenizin adı Emine, dedenizin adı Ali… Hiç birinin Bulgar isimleriyle uzaktan yakından ilgisi yok. Georgi, İvan ve Dimitır sizi hatırlatmıyor. Bayraklarımız, mevlidimiz var onlarda öyle bir şey yok. Bu farklılıklar beni oldukça düşündürüyordu. Okul koridorun bir tarafında ‘Türk-Osmanlı’ ile mücadele etmiş sözde Bulgar kahraman çeteciler, diğer tarafında da kötü ve acımasız ‘Türk-Osmanlı’ imajını pekiştiren resimler vardı. Sonra tarih dersleri geldi. Burada ‘korkunç’ Osmanlı imajı ile karşılaştım. Böyle bir ortamda büyüyordum. Ailem ise okuldan soğurum diye gerçekleri anlatmıyordu.
ACIKLI HİKÂYE BİZDE ÇOK
Bize verilen mesaj şuydu: Osmanlı korkunç, Anadolu sürgün yeri ve Türkiye yaşanmaz… Bulgaristan televizyonlarında ara ara Bulgarların Osmanlı mücadelesini anlatan diziler gösterilmekteydi. Bunlardan birisi “Kapitan Petko Voyvoda” idi. Bu dizi herkesin kafasındaki ‘kötü ve canavar Osmanlı’ algısını daha da kuvvetlendirmekteydi. Lisede ise Türk- Osmanlı kahramanlarının ‘işe yarar’ adamları olmadığını fikri üzerine birçok eserle karşılaştım. Mesela ‘Levski’nin asılma hikâyesi’ kahramanlık oluşturulacak bir hadise olmamasına rağmen Bulgaristan’da efsaneleştirilmiştir. Fakat bu adamın asılma sebebi; hırsızlıktı. Bulgaristan kendi azınlıklarına uyguladığı asimile politikasını meşrulaştırmak için tarih, edebiyat, film ve sanattan yararlandı. Bizim açımızdan Naim Süleymanoğlu bu süreçte oldukça önemli bir adım oldu. Ona benzer hikâyelerin çıkmasını çok arzularım. Çünkü dünyaya anlatacak çok acıklı hikâyemiz var. Şanlı tarihimizi Türkiye’ye geldiğimde araştırdım, Yahya Kemal Beyatlı’yı, Ömer Seyfettin’i, Fatih Sultan Mehmed’i burada öğrendim. Geçmişimizden gurur duyuyoruz.
ÖZAL’A ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ
Prof. Dr. Ayşe Kayapınar “Göç dönemi çok acıklıydı. Çoğu insana ‘Bir saatiniz var çabuk olun’ denildi. Yolda ‘kurşunlayacaklar’ korkusu vardı. Birçoğu çoluk çocuğu bıraktı. 10 bin leva üzerinde para getirenlerin birikimlerine sınıra el kondu. O dönem Türkiye elinden geleni fazlasıyla yaptı. Başta rahmetli Turgut Özal olmak üzere herkes koşturdu. Her şeyi onlara borçluyuz. Birçoğumuz Türkiye’de stratejik noktalarda çalışıyoruz. Bulgaristan’da öyle bir şansımız yoktu. Bulgaristan’da olsaydım muhtemelen profesör olamazdım. Bulgaristan’dan göçenleri en fazla inciten, özellikle kendilerine “Bulgar, Bulgar Türkü” denmesi.
Yorumla