Myanmar’daki katliamdan kaçıp Bangladeş’e sığınan 900 bin Arakanlı Müslüman, ülkelerine dönmek istiyor. BM garanti vermediği için bu mümkün görünmüyor. Ölüm korkusu sebebiyle giden yok.
Fatih Selek
BANGLADEŞ
Dünya bilim ve teknolojide aldı başını gidiyor.
Kimi yapay embriyo üretiyor, kimi dijital haber spikeri.
Robotlara vatandaşlık vereni de var, uzaya spor otomobil göndereni de.
Fantastik âlemlere yelken açan açana…
Lakin bazı coğrafyalarda istikamet, tam tersine ilerliyor.
İnsanlıktan çıkan azmanlar Myanmar’da, Yemen’de, Suriye’de, Filistin’de, Somali’de ve daha birçok ülkede insanlara Orta Çağ karanlığını yaşatıyor.
Hafta sonu, ibrenin dip noktasını gösterdiği bu topraklardan birini ziyaret ettik. Türkiye’den binlerce kilometre uzaktaki Myanmar sınırına gittik ve Arakan Müslümanlarının yaşadığı kamplara girdik.
ON BEŞ SAATLİK YOL
Yaklaşık sekiz saatlik bir uçak yolculuğunun ardından Bangladeş’in başkenti Dakka’ya ulaştık. Oradan Chittagong’a uçtuk. Bir sonraki durağımız olan Cox’s Bazar’a varmak için de bata çıka beş saatlik kara yolu yolculuğu yaptık. Tabii bitmedi.
Şehir merkezinden kamplara ulaşmak için daha bizi iki saatlik bir yolculuk bekliyordu. Kamplara ayak basmamız toplamda on beş saati buldu.
Hint Okyanusu’nun kıyısında kuzeyden güneye uzanan Cox’s Bazar, turizm şehri. Öyle ki dünyanın en uzun kumsalı burada. Ancak şehrin ismi mülteci kamplarıyla anılıyor. Zira Cox’s Bazar’ın sınır boylarında 900 bin civarında Arakan Müslümanı barınıyor. Myanmarlı Budistler tarafından yakılmaktan, diri diri toprağa gömülmekten ve boğulmaktan kurtulup Bangladeş’e can atan mazlumlar, diz boyu sefaletin içinde hayatta kalma mücadelesi veriyor.
SINIRDA 27 KAMP
Naf Nehri ile Hint Okyanusu arasında 27 kamp bulunuyor. Bu, Arakanlıların kendi topraklarının altıda biri kadar bir arazi.
Kamp deyince hemen Türkiye’nin Suriye hududunda yaptığı nizami mülteci şehirleri aklınıza gelmesin. Bunlar çok dağınık.
Mülteciler için neredeyse her tepeye bambudan barakalar kondurulmuş.
Pirinç tarlalarının yanında, yüksek yüksek ağaçların gölgesinde kurulu bu derme çatma evlerde yaşayanların dramı, aşağı yukarı aynı. Annesi babası diri diri gömüleni mi ararsın, kaçarken boğulma tehlikesi atlatanı mı, ölü taklidi yapıp kurtulanı mı?
Bir tepenin başına çıkıp gözlerimi kapatıyorum. Her yerden çocuk sesi geliyor. Tıpkı arı kovanı gibi.
Mültecilerin 300 bini çocuk. Bunların 30 bin kadarının babasını öldürmüşler. Üç bin kadarı da kimsesiz…
KİMLİKSİZLER
Arakan Müslümanlarının hayatı beş kilometrelik bir alanla sınırlı. Çünkü kamp dışına çıkmaları yasak!
Tabiatıyla çalışamıyorlar. Kayıt altındalar fakat kimlikleri yok.
Bangladeş hükûmeti 27 kamptan, 25’ini geçici kabul ettiği için kalıcı politikalar da uygulanamıyor.
Mesela bambu dışında ev yapmaya izin verilmiyor. Fakirlikle boğuşan Bangladeş, Arakanlılar için “Kalacaklar ve gitmeyecekler” endişesini taşıyor.
Mülteciler her hâlükârda yardıma muhtaç. Allah’tan sivil toplum kuruluşları var. Dünyanın her yerinden 20 civarında kuruluş kamplara yardım ulaştırıyor.
Mülteciler, sürekli yardımla hayatta kalınamayacağının farkında. Bu yüzden yurtlarına geri dönmek istiyorlar. Ne var ki bu, hiç de kolay değil.
Bangladeş ve Myanmar arasında geçtiğimiz yıl kasım ayında anlaşma imzalandı. Ancak, dönüş yapan olmadı.
Dün de 2 bin 200 kişilik ilk mülteci grubunun gönderileceği söylendi. Bangladeş, Myanmar ile vardığı anlaşmayı uygulamaktan vazgeçti.
Bölgeyi yakından takip eden uzmanlar, Myanmar’ın yeni katliamlar yapmayı göze alamayacağını tahmin ediyor. Ancak dönüş büyük bir risk.
Arakanlılar gönderilirse Myanmar’da yeni mülteci kamplarına yerleştirilecek. Bu da sefaletten başka bir rezalete taşınmak anlamına geliyor.
Bu yüzden mültecilerin kahir ekseriyeti, dönmeye cesaret edemiyor. Çünkü güvenmiyorlar. Yine Budist zulmüne maruz kalacaklarını düşünüyorlar. Yıllardır süregelen dramın adını koyup, iki ay önce ‘soykırım’ diyen Birleşmiş Milletler de dönüşü onaylamıyor. BM, garanti vermediği için mülteciler gitmek istemiyor. Bir tek yol var. Siyasi sığınma. İşte BM de ona yanaşmıyor.
İki arada bir derede kalan Arakan Müslümanları, güneşli günlerin umudunu taşıyor.
İHH’NIN DESTEĞİ GÖRÜNENDEN FAZLA
Elimde fotoğraf makinesiyle evlerin aralarına dalıyorum. Yarı çıplak çocuklar karşılıyor.
Kimisi “Hello… Hello… Esselamü aleyküm” diyerek etrafımı sarıyor. Kimisi ise mahcup hâlde objektifinden gözlerini kaçırıyor.
Öyle masum ve temiz yüzlüler ki…
Yüreğim burkuluyor.
Patikada yürürken şarkı sesi işitiyorum. Hemen oraya yöneliyorum.
Korkulukların arasından bakıyorum. Burası bir okul. İçeride 200 kadar çocuk var. Hasır üstüne oturmuşlar ders çalışıyorlar.
On dakika sonra okulun aslında ziyaret noktalarımızdan biri olduğunu öğreniyorum.
Bu rehabilitasyon merkezini İHH İnsani Yardım Vakfı yaptırmış… Vakfın inşa ettiği beş rehabilitasyon merkezinde binin üzerinde çocuk eğitim alıyor. Bambu okullarda İngilizce, matematik ve Burma dili eğitimi veriliyor.
İHH’nın hizmeti bununla sınırlı değil tabii. Mültecilerin gıdadan hijyen maddelerine, elbise, sağlığa kadar aklınıza gelebilecek her ihtiyaçlarına koşuyorlar. Gönüllüler, sadece son bir yılda 1,3 milyon mülteciye yardım ulaştırmışlar. Son krizden bugüne kadar 7 bin 432 bambu ev inşa etmişler. Evlerin çatısına da güneş enerjisi kondurmuşlar.
Yani hem manevi hem de fiziki manada garibanlara ışık olmuşlar. 678 yetime aylık destekte bulunuyorlar. Arakanlılar için 113 su kuyusu, 5 bin litre su tankı olan 10 ayrı derin su kuyusu inşa etmişler. Ki bu, onları ayakta tutan en önemli kaynaklarından biri. Çünkü su olmayınca, yaşamak da mümkün değil.
GURUR DUYDUM
TÜRKİYE YILDIZ GİBİ PARLIYOR
Cox’s Bazar’daki Arakanlı mültecilere devlet nezdinde iki ülke sahip çıkmış.
Birincisi Türkiye, ikincisi Malezya.
AFAD ve Sağlık Bakanlığının kurduğu Türk sahra hastanesinin bölgede örneği yok.
Hastane, şubat ayında hizmete başlamış. Şimdilik planları 2024’e kadar hizmet vermek. Sağlık personeli üç ayda bir değişiyor. Gurbette şifa dağıtırken bir yandan da özlem duyuyorlar.
Nöbetçiler dışında kampta gece konaklamak yasak. Onun için akşamları mecburen otele gidiyorlar. Ki, sabah akşam 38 kilometrelik bir yolu çekiyorlar. Gidiş geliş 76 kilometre. Yol, normalde 45 dakikada gidilebilecekken bozuk olması ve insan trafiği sebebiyle üç dört saati buluyor. Şifa dağıtmak bir yana bu yol insanı acayip yoruyor.
Hastanede sekizi uzman doktor, yirmi kişilik sağlık ekibi günde 700 civarında hastaya bakıyor.
Her türlü iklim şartına uygun olan çadır polikliniklerde aylık 140 civarında operasyon gerçekleştiriliyormuş.
Kampüste iki de ambulans var. Hekimlerle sohbet ediyoruz.
Mültecilerin, pirinçten başka yiyecekleri olmadığı için çoğunun diyabet hastası olduğunu anlatıyorlar.
Bir de Hepatit C yaygınmış. On kişiden birinde bu problem görülüyormuş.
Fedakâr sağlık ekiplerimiz akıl almaz dramlara şahit oluyorlarmış. “Bir hasta vardı. Kaçarken ayağı kırılmış. Kemik bir türlü kaynamamış. Altı ay boyunca acı çekmiş. Burada şifa buldu” diye anlatıyor bir doktor.
Bir başkası Arakanlıları kastederek “O kadar mazlumlar ki, şu poliklinik önünde beş saat bekleseler ‘Niye’ diye sormazlar” şeklinde bilgi veriyor.
ÜZÜLDÜM
MÜSLÜMAN’IN DERT ORTAĞI MÜSLÜMAN
Birleşmiş Milletlerin raporlarına göre dünyada 68 milyon mülteci bulunuyor. En çok yerinden edilen insanlar Müslüman. Onlara sahip çıkanlar da yine Müslüman ülkeler. Bangladeş Arakanlıları, Ürdün Filistinlileri, Türkiye Suriyelileri, Kenya Somalilileri, Libya da Afrikalıları barındırıyor. Fakirlikten kırılan ülkelerin vatandaşları, başka fakir ülkelere can atıyor. Tabii Türkiye istisna… Adı şefkat ile özdeşleşen Türkiye’nin daha çok güçlü olması gerekiyor. Ne var ki, incir çekirdeğini doldurmayacak tartışmalarla kendimizi yiyip bitiriyoruz.