Tarihi seyri boyunca çok yönlü ve çok boyutlu olarak gelişen Türkiye-Almanya ilişkileri yakın dönemde ciddi sarsıntılar geçirdi. İlişkileri zehirleyen konuların başında terörle mücadelede ortaya çıkan yaklaşım farklılıkları geliyor.
İSTANBUL – DENİZ DEMİR
Türkiye-Almanya ilişkilerinin tarihi derinliğini 18. yüzyıla, Osmanlı Devleti ile Prusya Krallığı arasında imzalanan barış ve dostluk anlaşmasına kadar götürmek mümkün. Bu tarihten itibaren zaman zaman müttefiklik bağları da kurularak devam eden ikili ilişkiler, askeri ve ekonomik alanlardan sanayi, eğitim ve ulaşıma kadar çok çeşitli ve geniş bir yelpazeye yayılarak gelişti. Tarihi seyri boyunca çok yönlü ve çok boyutlu olarak gelişen Türkiye-Almanya ilişkilerinin yakın dönemde ciddi sarsıntılar geçirdiği ve gerildiği ise bir vakıa. Bu gerilime yol açan faktörler iki ülke ilişkilerini zehirleme potansiyeli taşıyor.
İlişkileri zehirleyen faktörler: FETÖ, PKK, PYD
İki ülke ilişkilerini zehirleyerek gerilimlere yol açan unsurların başında terörle mücadele konusu geliyor. Türkiye’nin hayati tehditler olarak algıladığı bu konularla ilgili Almanya’nın tutumu ve yaklaşımı, Türkiye’nin beklentilerini karşılamaktan çok uzak. Almanya 15 Temmuz 2016’da Türkiye’nin seçilmiş, meşru cumhurbaşkanını, hükümetini ve demokrasisini hedef alarak yüzlerce vatandaşının canına kast eden, binlercesini yaralayan, millet iradesinin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bombalayan FETÖ’yü bir terör örgütü olarak kabul etmiyor; resmi belgelerde bu eli kanlı örgütü “Gülen Hareketi” olarak adlandırıyor. Ayrıca Almanya’nın 15 Temmuz’daki hain girişimi kınamanın ötesinde bir adım atmadığı, FETÖ elebaşlarının malvarlıklarının dondurulması ve iadesi taleplerine de olumlu bir yanıt vermediği görülüyor. Kendi anayasasındaki açık hükümlere rağmen, bu suça iştirak edenlerin yaptıkları iltica başvurularını kabul etmesi, Almanya’yı adeta darbeciler nezdinde bir sığınak haline getirirken, Türk halkının ve devletinin Almanya’ya duyduğu güveni de büyük ölçüde zedeledi.
Türkiye-Almanya ilişkilerinde benzer bir gerilim terör örgütü PKK konusunda yaşanıyor. 1993 yılından beri Almanya’da terör örgütü olarak kabul edilmesine ve faaliyetleri yasaklanmasına rağmen PKK terör örgütü, propagandadan eleman devşirmeye, lojistikten maliyeye kadar birçok faaliyetini bu ülkede devam ettirme imkanı buluyor. Terör örgütünün Avrupa’daki en büyük finans merkezi konumuna gelen Almanya’da, örgüte müzahir STK görünümündeki çeşitli yapılanmalar da faaliyetlerine devam ediyor. Oysa terör örgütünün Almanya’daki varlığının hem buradaki Türk vatandaşlarını hem de Almanya’nın barış ve huzur ortamını hedef aldığı ve bu doğrultuda önemli güvenlik sorunlarına yol açtığı biliniyor. Nitekim sadece Zeytin Dalı harekâtı sürecinde, terör örgütü destekçilerince Almanya’da gerçekleştirilen 98 saldırının 46’sı Türk kökenli sivilleri, kurum, işletme ve camileri hedef alırken, 52’si de Alman şirketlerini, hükümet partilerinin bürolarını ve kurumlarına yöneldi.
Terör örgütünün Almanya için oluşturduğu tehlikenin boyutu bizzat Alman makamlarınca hazırlanan raporlara yansımış durumda. Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın (BfV) 2017 yılı istihbarat raporunda, 2016 yılında 14 bin olan PKK terör örgütü yandaş sayısının, geçen yıl 500 kişi aratarak 14 bin 500’e yükseldiği ifade edilirken, PKK’nın üye sayısı ve güç bakımından Almanya’daki en büyük yabancı terör örgütü olmaya devam ettiği de özellikle vurgulandı. Keza terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD/YPG’nin Berlin’de 2016 yılı Mayıs ayında açılan ofisi de çalışmalarına hâlâ devam esiyor. 2017 yılı Nisan ayında Alman basınında çıkan bir röportajda, PYD’nin Almanya temsilcisiyle yapılan görüşmeye yer verilerek kendisinden “de facto büyükelçi” olarak bahsedilmesi de dikkatlerden kaçmamıştı. Bütün bunların, Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın 8 Şubat 2018 tarihli değerlendirmesinde PYD/YPG’yi PKK’nın kardeş örgütü olarak nitelendirmesine rağmen vuku buluyor olması, Almanya’nın terörle mücadeledeki çifte standardın göstergeleri mahiyetinde.
Türkiye-Erdoğan karşıtlığı ve medyanın rolü
İki ülke ilişkilerinde gerilimlere yol açan bir başka husus da doğrudan insan unsuruyla alakalı. Almanya’da yaklaşık 1,5 milyonu Almanya vatandaşlığı almış 3,5 milyona yakın Türk, yükselen aşırı sağın zehirlediği atmosferde giderek artan bir ivmeyle ırkçı, ayrımcı ve İslam düşmanı eylemlere maruz kalıyor. Bununla birlikte, Almanya’daki ırkçı ve ayrımcı yaklaşımların, Türk toplumu söz konusu olduğunda Türkiye ve daha da ilerisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı bir hal aldığı görülüyor. Mesut Özil’in Londra’da İlkay Gündoğan ve Cenk Tosun ile birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edildiği sırada çekilen bir fotoğraftan hareketle ırkçı saldırıların hedef tahtasına konulması, bu durumun son örneği oldu.
Terörist gruplara eylem yapma hakkı sağlanırken Türk bakanların Almanya’da miting yapmalarının engellenmesi, Haziran 2016’da Alman Meclisi’nde sözde Ermeni soykırımına dair kararın alınması, Almanya’dan Türkiye’nin AB üyeliğine karşı son derece sert açıklamalar yapılması, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) ve burada görevli din adamlarının 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında Almanya’daki FETÖ unsurlarının dezenformasyon ve asılsız iddialarıyla hedef haline getirtilmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açıkça hakaret edilen karikatür ve çizimlerin ifade özgürlüğü iddiasıyla savunulması ve bu suçların anayasadan çıkarılması gibi hususlar da iki ülke ilişkilerinin gerilmesine yol açtı.
Son dönemde ilişkilerin bu denli gerilmesinde Alman medyasının belirleyici bir rolü olduğunu da ifade etmek gerekiyor. Yaşanan tüm bu olumsuz gelişmelerin Alman medyasında katı bir Türkiye ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden ele alınıp çarpıtılarak değerlendirilmesi ve kitlelere bu şekilde sunulması, gerek ülkeler gerekse toplumlar nezdinde gerginliğe yol açtı ve bu süreçte en çok ihtiyaç duyulan şey olan “karşılıklı güveni” baltalayarak ilişkileri daha da zehirledi. Alman medyasındaki Türkiye karşıtlığı, kimi zaman daha da müfrit bir hal alarak, Türkiye’deki iç siyaseti yönlendirme çabasına kadar ulaştı. Bunun en açık örneği, Türkiye’deki 16 Nisan referandumu sırasında bazı Alman yayın organlarının açıkça “hayır” propagandası yapmalarıydı. Dahası, bu tablo karşısında, Türkiye’deki bazı medya organları da basın dilini Almanya’da sunulan bu içerikler üzerinden kurgulayarak Almanya’daki bu tarz radikal ve uç unsurların/yayınların dayanağı haline geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti
ABD’de Trump yönetiminin uluslararası ilişkilerde yol açtığı belirsizlik, ticaret savaşları, Suriye krizi, küresel ve bölgesel ölçekteki diğer krizler ve meydan okumalar, Türkiye ile Almanya’yı ikili ilişkilerdeki tıkanıklığı aşmak ve işbirliği imkanları aramak konusunda cesaretlendiriyor. Nitekim son dönemde artan diplomatik temaslar ve verilen olumlu mesajlar, küresel sistemin çalkantılı bir dönemden geçtiği bu süreçte, ikili ilişkileri onarmanın artık bir gereklilik olarak algılandığının tezahürleri. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in davetine icabetle bu ülkeye gerçekleştireceği ziyaret, bu bakımdan kritik bir önem taşıyor. Son zamanlarda küresel ve bölgesel ölçekte yaşanan gelişmelerin sunduğu işbirliği ve ilişkileri tarihi derinliğine uygun olarak yeniden düzenleme fırsatının, her iki ülke tarafından da değerlendirileceği bu ziyaretin ve bu ziyaret kapsamında verilecek mesajların, iki ülke ilişkilerinde önemli sonuçlar doğuracağı da açık.
Diplomatik ve siyasi alanda atılan/atılacak adımlar kadar, medyada ve medya dilinde de sorumlu bir anlayışın yer etmesi, hem toplumlar nezdinde büyük yara alan ilişkilere dair kamuoyu algısının düzeltilmesi hem de Almanya ve Türkiye’nin gelecek nesillere değerli bir dostluk ve işbirliği örneği bırakmak amacıyla attığı/atacağı adımların görünürlüğü açısından önemli. Almanya ve Türkiye’den gelen tüm iyi niyetli çaba ve açıklamaları göz ardı edip anlamsızlaştıran, nefret dilinin ve söyleminin hâkim olduğu bazı Alman medya organlarının bir an önce sorumlu bir anlayışa yönelmesi, ilişkilerin onarılma sürecinde mesafe alındığının önemli göstergelerinden biri olacak.
[Dış politika ve güvenlik alanlarında uzmanlaşan Deniz Demir, Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Uluslararası Güvenlik Ana Bilim Dalı’nda akademik çalışmalarına devam etmektedir]
Yorumla