Matz-Lück, Doğu Akdeniz’deki gelişmeler hakkında Tagesschau haber portalına açıklamalarda bulundu.
Yunanistan ya da Kıbrıs Rum tarafının anlaşmazlık konularında çizgisinin üstün gelmesi durumunda Ankara eli boş çıkacağı iddiasına katılmadığını kaydeden Matz-Lück, şunları dile getirdi:
“Türkiye’nin konumunun hali hazırda gösterildiği kadar da kötü olmadığını düşünüyorum. Zira kıta sahanlığı ve ekonomik bölgelerin sınırlarının bir orta hatta göre belirlenmesi zorunlu değildir, bu bağlamda adalet ve hakkaniyet de esas alınmaktadır. Uluslararası düzeyde sınır anlaşmazlıklarına çözüm bulunması bağlamında, kıyı şeridinin uzunluğunun rol oynadığı ve sınır çizgisinin çarpıtılmasına neden olabilecek daha küçük adaların gerekirse sınır çizgisinin dışında bırakılabileceğinin dikkate alındığı kabul edilmektedir. Bu, Türkiye’nin, Yunan adaları ile Türkiye ana karası arasında sadece bir orta çizginin belirlenmesinden daha fazla pay almasına neden olabilir. Dolayısıyla, mesele Yunan tarafının düşündüğü kadar basit değildir.”
Anlaşma olmazsa mevcut çıkmaz devam eder
Alman Profesör, Doğu Akdeniz konusunda iki ülke arasında anlaşma yapılmadığı veya anlaşmazlığın bir tahkim mahkemesine veya uluslararası bir mahkemeye götürülmediği sürece mevcut çıkmaz durumun süreceğini kaydetti.
Matz-Lück, uluslararası hukukta devletlerin sınırları arasında kısa bir mesafe bulunduğu ve ülkelerin deniz yetki alanlarının tamamı üzerinde hak iddia edemediği durumlarda beklentinin devletlerin anlaşması olduğunu belirtti.
Kara sularının gerçekte nereye kadar uzandığı konusunda farklı yorumlar olduğuna işaret eden Matz-Lück, “Uluslararası deniz hukuku bunu 12 deniz mili olarak belirlemiştir. 1923 Lozan Barış Antlaşması’nda söz konusu bölge için 3 deniz mili öngörmektedir. Türkiye ise 6 mil talep etmektedir. Taraflar, anlaşma yoluyla uzlaşabilir. Ya da söz konusu anlaşmazlık uluslararası bir mahkemeye veya tahkim mahkemesine götürülebilir. Aksi takdirde sınırlar belirsiz kalır.” değerlendirmesinde bulundu.
“Kıta sahanlığı konusunda görüş ayrılığı mevcut”
Nele Matz-Lück, Doğu Akdeniz’deki hukuki durumun sorulması üzerine, kıta sahanlığı konusunda da iki devlet arasında bir sınır bulunmadığına dikkati çekerek, “Kıta sahanlığı, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde tanımlanmıştır. Türkiye buna taraf olmamıştır. Hukuki teamüllerine göre ise devletlerin kıyıdan 200 deniz miline kadar ve gerekirse daha ötesinde bir kıta sahanlığı talep edebileceği kabul edilmektedir. Türkiye’nin kendisi de en azından ana karası açısından böyle bir talepte bulunabileceğinden hareket etmektedir. Aynı zamanda adaların böyle bir hakkı olduğunu reddetmektedir. Diğer bir ifadeyle, bu konuda da Türkiye ile Yunanistan arasında görüş ayrılığı yaşanmaktadır.” ifadelerini kullandı.
Alman akademisyen Türkiye ile Libya arasında imzalanan ekonomik bölge anlaşmasının diğer devletlerin hak iddiaları etkilenmediği sürece Türkiye ile Libya arasında geçerli olabileceğine işaret ederek, şöyle dedi:
“Ancak bu anlaşma, Yunan adalarının kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakkını reddettiği için Yunanistan aleyhine bir anlaşmadır. Bu bakımdan Türk-Libya anlaşması bu konuda uluslararası hukuka göre caiz olmayıp, Yunanistan hakkında hiçbir etki yaratmamaktadır. Diğer taraftan, Yunanistan ile Mısır arasında imzalanan anlaşma da Türkiye’nin hak taleplerine ters düşüp düşmediği açısından incelenmelidir. Türkiye’nin meşru hak talepleri dikkate alınmaz ise anlaşma hiçbir etki yaratmaz.”
“Araştırma gemilerine askeri gemilerin eşlik etmesi çatışma korkusunu körüklüyor”
Profesör Matz-Lück, sınır çizgisi kesin olarak belirlemeksizin doğal kaynak yataklarının ortak kullanımı konusuna da değinerek, “Deniz hukukunun yanı sıra, hukuk teamülleri de elbette buna imkan tanımaktadır. Belki Türkiye bunu kabul edebilir ancak Yunanistan, kaynaklar üzerinde tek başına hak talep etme konusunda hukuki açıdan daha iyi bir konumda olduğunu düşündüğü için bunu reddetmektedir.” dedi.
Türkiye’nin araştırma gemilerine askeri gemilerin eşlik etmesinin çatışma korkusunu körüklediğini vurgulayan Matz-Lück, “Bu durum yasalara aykırı değil, ancak karşı tarafın da askeri mevcudiyetini artıracağını bilerek tartışmalı bir sahada askeri varlığın artırılması -iki NATO ülkesi arasında- anlaşmazlığı önemli ölçüde kızıştırmaktadır” ifadelerini kullandı.
Yorumla